NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ
عَبْدَةَ
حَدَّثَنَا
عَمَّارُ
بْنُ
شُعَيْثِ
بْنِ عَبْدِ اللَّهِ
بْنِ
الزُّبَيْبِ
الْعَنْبَرِيُّ
حَدَّثَنِي
أَبِي قَالَ
سَمِعْتُ
جَدِّي الزُّبَيْبَ
يَقُولُ
بَعَثَ
نَبِيُّ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
جَيْشًا
إِلَى بَنِي
الْعَنْبَرِ
فَأَخَذُوهُمْ
بِرُكْبَةَ
مِنْ
نَاحِيَةِ
الطَّائِفِ
فَاسْتَاقُوهُمْ
إِلَى
نَبِيِّ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَرَكِبْتُ
فَسَبَقْتُهُمْ
إِلَى النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقُلْتُ
السَّلَامُ
عَلَيْكَ يَا
نَبِيَّ
اللَّهِ
وَرَحْمَةُ
اللَّهِ
وَبَرَكَاتُهُ
أَتَانَا
جُنْدُكَ
فَأَخَذُونَا
وَقَدْ
كُنَّا
أَسْلَمْنَا
وَخَضْرَمْنَا
آذَانَ
النَّعَمِ
فَلَمَّا
قَدِمَ
بَلْعَنْبَرِ
قَالَ لِي
نَبِيُّ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
هَلْ لَكُمْ
بَيِّنَةٌ
عَلَى
أَنَّكُمْ
أَسْلَمْتُمْ
قَبْلَ أَنْ
تُؤْخَذُوا فِي
هَذِهِ
الْأَيَّامِ
قُلْتُ
نَعَمْ قَالَ
مَنْ
بَيِّنَتُكَ
قُلْتُ
سَمُرَةُ
رَجُلٌ مِنْ
بَنِي
الْعَنْبَرِ
وَرَجُلٌ
آخَرُ سَمَّاهُ
لَهُ فَشَهِدَ
الرَّجُلُ
وَأَبَى
سَمُرَةُ
أَنْ يَشْهَدَ
فَقَالَ
نَبِيُّ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَدْ أَبَى
أَنْ
يَشْهَدَ
لَكَ
فَتَحْلِفُ
مَعَ
شَاهِدِكَ
الْآخَرِ
قُلْتُ
نَعَمْ
فَاسْتَحْلَفَنِي
فَحَلَفْتُ
بِاللَّهِ
لَقَدْ
أَسْلَمْنَا
يَوْمَ كَذَا
وَكَذَا
وَخَضْرَمْنَا
آذَانَ
النَّعَمِ فَقَالَ
نَبِيُّ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
اذْهَبُوا
فَقَاسِمُوهُمْ
أَنْصَافَ
الْأَمْوَالِ
وَلَا تَمَسُّوا
ذَرَارِيَّهُمْ
لَوْلَا
أَنَّ اللَّهَ
لَا يُحِبُّ
ضَلَالَةَ
نَمَل مَا
رَزَيْنَاكُمْ
عِقَالًا
قَالَ
الزُّبَيْبُ
فَدَعَتْنِي
أُمِّي
فَقَالَتْ
هَذَا
الرَّجُلُ
أَخَذَ
زِرْبِيَّتِي
فَانْصَرَفْتُ
إِلَى
النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَعْنِي
فَأَخْبَرْتُهُ
فَقَالَ لِي
احْبِسْهُ
فَأَخَذْتُ
بِتَلْبِيبِهِ
وَقُمْتُ
مَعَهُ مَكَانَنَا
ثُمَّ نَظَرَ
إِلَيْنَا
نَبِيُّ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَائِمَيْنِ
فَقَالَ مَا
تُرِيدُ
بِأَسِيرِكَ
فَأَرْسَلْتُهُ
مِنْ يَدِي
فَقَامَ
نَبِيُّ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَالَ لِلرَّجُلِ
رُدَّ عَلَى
هَذَا
زِرْبِيَّةَ
أُمِّهِ
الَّتِي
أَخَذْتَ
مِنْهَا
فَقَالَ يَا
نَبِيَّ
اللَّهِ إِنَّهَا
خَرَجَتْ
مِنْ يَدِي
قَالَ فَاخْتَلَعَ
نَبِيُّ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
سَيْفَ
الرَّجُلِ
فَأَعْطَانِيهِ
وَقَالَ
لِلرَّجُلِ
اذْهَبْ فَزِدْهُ
آصُعًا مِنْ
طَعَامٍ
قَالَ
فَزَادَنِي
آصُعًا مِنْ
شَعِيرٍ
Şuays b. Abdullah b.
ez-Zübeyb dedi ki: Ben dedem Zübeyb (b. Sa'lebe'y)i (şöyle) derken işittim:
Allah'ın elçisi
(Muhammed) (s.a.v.) Anber oğulları üzerine (bir) asker (î kuvvet) göndermişti.
(Bu askerler) onları Tâif'in nahiyelerinden Rukbe'de yakaladılar ve Nebi
(s.a.v.)'e götürdüler. (Ben de bir hayvan'a) bindim (aradan sıvışarak) onlardan
önce Nebi (s.a.v.)'e geldim.
"Selâm sana ey
Allah'ın elçisi, Allah'ın rahmet ve bereketi (senin üzerine olsun). Senin askerlerin
bizi yakaladılar. Oysa biz (daha önce) müslüman olmuş ve (müslüman olduğumuzun
bilinmesi için) develer(imiz)in kulaklarını kesmiştik" dedim. Anber
oğulları gelince Peygamber (s.a.v.) bana:
"Bu günlerde
yakalanmanızdan önce müslümanlığı kabul ettiğinize dair bir şahidiniz var
mıdır?" diye sordu. Ben "Evet" cevabım verdim.
"Şahidin
kimdir?" dedi.
Anber oğullarından
Semure isimli bir adamla, başka bir adam, dedi(m ve) Nebi (s.a.v.)'e adamın
ismini söyledi(m). Adam (bizim daha önceden müslümanlığı kabul ettiğimize)
şahitlik etti (fakat) Semure şahitlik etmedi. Nebi (s.a.v.) (bana hitaben):.
"(Semure) senin
lehine şahitlik etmekten kaçındı, öbür şahidin(in) şahitliğiyle birlikte sen de
yemin eder misin?" dedi. "Evet" karşılığını verdim. Bunun
üzerine bana yemin teklif etti. Ben de: Biz (daha önce) falanca gün müslüman
olmuştuk ve develerin kulaklarını kesmiştik diye Allah'a yemin ettim.
Bunun üzerine Nebi
(s.a.v.) (oradaki sahâbilere dönerek):
"Haydi, gidiniz
malları(nın) yarısını (onlardan alınız, diğer yarısını da) kendilerine
bırakınız. Çoluk çocuklarına dokunmayınız" buyurdu. (Sonra Anber
oğullarına dönerek):
"Eğer Allah
amelleri boşa çıkarmayı sevmez olmasaydı (bu mallardan) size bir ipi dahi eksik
vermezdim" (Fakat askerlerin emeğini boşa çıkarmak istemediğim, için
mallarınızın bir kısmını onlara, verdim) buyurdu.
ez-Züheyb (sözlerine
devamla şöyle) dedi:
"O sırada, annem
beni çağırıp (askerlerden birini göstererek):
Bu adam benim saçaklı
yaygımı aldı, diye şikâyet etti. Ben de hemen Peygamber (s.a.v.)'e gidip
şikâyette butundum. (Nebi Efendimiz) bana:
"Onu yakala"
dedi. Bunun üzerine hemen (varıp onun) yakasını topladım, bulunduğumuz yerde
onunla birlikte beklemeye başladım. O
sırada Nebi (s.a.v.) bizim orada beklemekte olduğumuzu görünce (bana):
"Bu yakaladığın
adamdan ne istiyorsun?" dedi. Ben de onu elimden bırakıverdim. Nebi
(s.a.v.) karşımıza geçip o adama,hitap ederek:
"Bu adama
annesinden aldığın saçaklı sergiyi geri ver" buyurdu. (Adam da):
Ey Allah'ın Rasûlü, o
kadın benim elimden çıktı, dedi. Nebi (s.a.v.) de adamın kılıcını çekip aldı,
bana verdi ve ona:
"Git, buna ilaveten
bir ölçek de yiyecek ver" buyurdu. O zat bana (kılıca) ilâve olarak bir
ölçek de arpa verdi."
İzah:
3608 numaralı hadis-i
şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, âlimlerin çoğunluğu bu babdaki hadis-i
şeriflere bakarak; davalının kendi yemini ve şahidinin şahitlik etmesiyle
hâkimin onun lehine hüküm verebileceğini söylemişlerdir.
Hanefî âlimlerine göre;
en az iki şahit şahitlik etmedikçe hâkim davacı lehine hüküm veremez. Davacı
iki şahit getiremezse.o zaman hakim davalıya yemin teklif eder.
Alimlerin çoğunluğu,
davaca durumunda olan Anber oğullarından birinin, daha önce müslüman
olduklarına dair yemin etmesi ve bir şahidin de buna şahitlik etmesiyle Hz.
Nebi'in Anber oğullarını serbest bıraktığını ifade eden bu hadis-i şerifin
kendilerinin bu mevzudaki görüşlerine delil olduğunu söylemişlerdir.
Hanefî âlimlerine göre
ise; Hz. Nebi, Anber oğullarımı! serbest bırakılmasına hüküm verirken davacının
yeminine dayanmamıştır. Çünkü hüküm vermek için davacının yeminine müracaat
edilmez. Bu bakımdan Hz. Nebi o davacıya yemin ettirirken onun yeminine
dayanarak hüküm vermeyi değil, dadasında gerçekten samimi olup olmadığını
tespit etmeyi düşünmüştür. Eğer bu kimse yemin etmekten caysa idi Hz. Nebi onun
doğru söylemediğini anlamış olacaktı. Fakat o zat yemin edince hiçbir hü¬küm
vermedi.
Yine Hanefî âlimlerine
göre, eğer Hz. Nebi orada bu zatın yemini ile onların daha önce müslüman
olduklarına hüküm verseydi o zaman Hz. Nebi'in onların mallarından hiçbirini
müslüman askerlere vermemesi gerekirdi. Çünkü hiçbir kimse müslümanların
mallarını ellerinden alamaz.
Bununla beraber Hz.
Nebi, Anber oğullarının gönlünü kazanmak maksadıyla, askerlerin hakkı olan
ganimetlerin yarısını kendi rızalarıyla ellerinden alıp Anber oğullarına geri
verdi.
Hz. Nebi'in, müslüman
askelerden birinin Anber oğullarından bir kadından aldığı saçaklı sergiyi
kadına geri verilmesini emretmesi ve müslüman askerin vermek istemediğini görünce
ondan kılıcını alıp kadına vermesi ve üstüne de biraz yiyecek vermesini
istemesi.meselesine gelince; bu meselede âlimlerin çoğunluğunun görüşünü
destekleyecek bir durum yoktur. Çünkü Hz. Nebi'in o askere aldığı sergiyi geri
vermesini emretmesinin sebebi, o askerin bu sergiyi ganimetlerin
bölüşülmesinden ve sözü geçen kadının payına düştükten sonra almış olmasıdır.
Hz. Nebi'in emri üzerine ganimetler bölüşüldükten sonra, bu mallardan birinin
sahibinden alınmasının da gasbdan başka bir şey olmadığı herkesçe malumdur.
Askerin kendini
savunmaya kalkması üzerine Hz. Nebi'in onun kılıcını alması ise, hâkimin borçlu
üzerinde bulunan maldan alacaklının alacağı kadar alıp, alacaklıya teslim
etmesinin caiz olduğuna delâlet eder ki, İmam Şafiî ile Hanefî ulemasından
müteahhirînin görüşü budur.
Bu hadis-i şerif
ayrıca, bir kimsenin gasp ettiği malın değerini sahibine ödedikten sonra o mala
sahip olacağına ve mal üzerindeki tasarruflarının geçerli olacağına delâlet
etmektedir.
Ebû Ömer en-Nemrî, bu
hadisin hasen olduğunu söylemiştir.